işletme tez konuları,
İktisat Tarihi,
Türkiye Ekonomisi,
Finansal Ekonomi ,
İktisadi Kalkınma Ve Büyüme ,
Maliye Politikası ,
Vergi Hukuku ,
Pazarlamaya Giriş,
Envanter Bilanço,
İşletme Yönetimi,
İşletme Finansı,
İşletme Finansı, sorunlarına duyarlı olmak yeni gelişen tekno-ekonomik yapıya adapte olmak gibi çok boyutlu girift
problemlerle baş etmek durumundadır. Bilgi çağından bilgi ötesi çağa geçiş yapılan 21. yüzyılda
işletmelerin rekabet yarışında üstünlük sağlayabilmelerinin ancak modern yönetim tekniklerini
kullanabilmeleri ile mümkündür.
Dünyada gücün, servet ve iktidar olarak iki temel kaynağı bulunmakta ve servet piyasadan, iktidar
ise demokrasiden geçerek elde edilmektedir. Ancak bu ilişki her zaman uyumlu gelişmemektedir. Hem
piyasanın, hem de demokrasinin paralel geliştiği toplumlara Kuzey Amerika ve Batı Avrupa toplumları,
piyasanın geliştiği ancak demokrasinin yeterince gelişmediği toplumlara da iktisadi olarak gelişmiş Asya
ülkeleri örnek verilebilir.
Günümüz ülkeleri, vatandaşlarının artan beklentilerini karşılayabilmek için daha etkin çalışmak,
yeni beklenti ve talebe dönüşen istekleri karşılayabilmek için yeniden organize olmaktadırlar. Kimya ve
fizik kanunlarında olduğu gibi iktisadi ve sosyal konularda da kurallar icat edilmiyor aslında sadece
keşfediliyor ve yönlendiriliyor. Dolayısıyla insanların ortaya koydukları sistemler dünya da geçerli
kuralları doğru uygulandığında başarıya ulaşılarak toplumun hayat seviyesi yükseltilebiliyor.
Dünyada 1980’li yıllardan sonra üretim sisteminde köklü değişimler gerçekleşti. Hızlı bir tüketim
meyli ile toplumda ”değer”in yerini “imaj” aldı. İhtiyaçlar reklâm ve imajla belirlenmekte ve toplumda
önce ihtiyaç üretilmekte ve daha sonra alıcısı hazırlanan ürün pazara sunulmaktadır. Günlük hayatın
standartlaştırılan ihtiyaçları kültür ve endüstri tarafından karşılanmaya çalışılıyor. Günümüz insanına
standart paketlerde yiyecek, içecek, giysi, bilgi, hayal, sevgi-nefret, ev, gündelik araç-gereçler, otomobil,
tasarım, eğlence ve boş zaman meşguliyetleri işletmelerce üretilip, pazarlanmaktadır. Bu bağlamda
sermaye sahipleri de insanı düşünen değil de tüketen bir varlık olarak görmekte ve metalaşan kültür
ürünlerini pazarlayabilmek için tüketici kitlenin üzerinde yoğunlaşarak istediği şekli vermeye
çalışmaktadır.
Üretim ve tüketimden kaynaklanan problemlerin artışına bağlı olarak özellikle iki binli yıllardan
itibaren “az tüket, mutlu yaşa” eğilimi ve gönüllü sadelik felsefesi yaygınlaşmaya başladı. Tüketim
toplumunun 1950–2000 yılları arası “çok çalış, çok kazan, çok harca” felsefesi hâkimdi ve bu felsefeyi
benimsemeyenlere “meczup” gözüyle bakılıyordu. Ekonomik durgunluk ve artan işsizlikle birlikte
yükselen toplumsal rahatsızlıklar insanları mistik değerlere yönlendirdi. Bu yöneliş iki binli yıllardan
sonra“gönüllü sadelik” olarak formüle edilmekte ve düşüncede yeni bir Rönesans olarak kabul
edilmektedir. Savurganlığın yani israfın faturası sadece bugünün insanlarına değil gelecek kuşaklara da
yansıtılmaktadır. Toplumların hayatında üretimin kaynaklarını ve ürünleri gereksiz ve gereğinden fazla
kullanmanın ve harcamanın bedeli her zaman ağır olmaktadır.
İktisadi-sosyal gelişmenin dinamiklerini her toplumun kendine özgü şartlarında aranmalıdır.
İnsanlık bir taraftan zihin gücünü kullanarak yer küreyi imar ve inşa ederken ve ona yön ve şekil
verirken, diğer yandan içinde yaşadığı dünyanın da insan zihniyetini belirlediği düşüncesinden hareket
ediyor. Bu bağlamda iktisadi-sosyal gelişmenin geri planında yüzyıllardır açlığın, sefaletin, feodal
düzenin pençesinde kıvranan, maddeye karşı aşırı özlemle dolu insan tipine sahip Batı, gelişimini bu
çerçevede gerçekleştiriyor.
İnsanlık, tarihten günümüze kadar belirli devirler geçirerek kurallı ve modern toplumlar ortaya
çıkmıştır. İnsanlığın geçirdiği bu devirler; ilkellik, kölelik, esirlik ve ücretlilik ve hürriyet devri olarak
gelişme, olgunlaşma ve mükemmelleşme seyri izlemiştir. Bu devirler realiteden yani fiili durumdan
hareketle belirli bir zorunluluğun olduğu görülür. Zira insanlığın önemli bir kısmının bu devirleri bir
şekilde yaşadığı müşahede edilmiştir.
İşletme ve işletme yönetimi konularına daha geniş perspektiften bakıp doğru değerlendirmeler
ortaya koyabilmek için eleştirel yaklaşan görüşlere ve değerlendirmelere de gerektiğince yer vermek
gerekir. Dünyadaki çok yönlü gelişmelere bağlı olarak artan bilinçlenme ile toplumun geniş
kesimlerinde yönetimlere, sistemlere ve düzenlere eleştirel yaklaşımlar artmaktadır. Kişilerdeki
hoşnutsuzluğun dünya ölçeğinde yaygınlaşmasına bağlı olarak güç otoriteleri yeni arayışlara
yönelmektedirler. İ şlet me Yönet imi -1 – Birinci Bölüm – Metin
Arslan
6
BİRİNCİ BÖLÜM
TEMEL İŞLETME KAVRAMLARI VE İŞLETMELERİN GELİŞİMİ
Bölümün temel amacı; ekonomi ve toplum ilişkisini anlamak, işletmeyi yakından tanımak,
amaçlarını ve türlerini tanımlayabilmek için iş, işgören, girişim-girişimci, yönetim-yönetici, tüketimtüketici, işletme kavramları ve işletmenin tarihi gelişim süreci ile işletmenin diğer bilimlerle ilişkileri
incelenecektir.
1. İŞLETME İLE İLGİLİ TEMEL KAVRAMLAR
1. Toplumların Ekonomik Gelişimi
Ekonomi ile toplum arasındaki ilişkiyi o ülkedeki siyasi ve toplumsal değerler etkiler. İnsan ve
topluma en az çabayla en çok tatmin sağlamayı gösteren yöntemler teorisi olan ekonomi insan ve toplum
hayatını temelden belirler.
Batı toplumlarının ekonomik tarihine bakıldığında; 19. yüzyıl “sanayi toplumu”, 20. yüzyıl“bilgi
toplumu”, 21. yüzyıl ise “Bilgi ötesi toplum” olarak görülmektedir. İlmi ve teknolojik gelişim dünyayı
bir büyük köy haline getirerek ülkeler arası hızlı bilgi akışı, her yeni buluş ve gelişmeyi yaymış ve
insanların bilinçlerini artırarak küreselleşmeyi hızlandırmıştır. Bilgi ve ürün akışı bir taraftan ülke
sınırlarını ortadan kaldırırken, diğer yandan da dünyayı küçültmekte, küçülen dünyada ise ülke
yönetimleri ve örgütler yeniden yapılanma gereği duymaktadırlar.
Dünyadaki sosyo-ekonomik gelişimin temelinde birçok toplum ve kültürün önemli katkıları
bulunmaktadır. İnsanlığın geçmiş birikimini Avrupa kıtası sistemli bir şekilde ele alarak geliştirmiş, önce
Amerika’ya oradan da dünyaya yaymıştır. Avrupa kıtasının coğrafi olarak darlığı buna mukabil
nüfusunun yoğun olması ve bu nüfusun artan ihtiyaçlarının karşılanması zorunluluğu kıtayı;
Amerika’nın keşfi ve sömürgecilik hareketleri gibi yeni arayışlara itmiştir. Artan talebe yeterli bir arzla
cevap verebilme sürecinde Avrupa sahip olduğu zengin demir cevherini teknolojisine temel yaparak
bugünkü gücüne ulaşmıştır.
Bilim, sanat ve siyaset alanındaki ileri düzeyi yeni anlayış çerçevesinde birer milat kabul edilerek,
çoğu bilim, sanat ve siyaset adamı kendi alanlarında Avrupa’yı örnek almıştır. Şüphesiz dünyanın diğer
kıtalarında başka medeniyetlerde de gelişmeler yaşanmış, fakat Avrupa bu üstünlüğünü tüm dünyaya
kabul ettirmiş durumdadır.
Avrupa’daki sosyo-ekonomik gelişimin seyri; Endülüs devletindeki üniversitelerde okuyan
öğrenciler ülkelerinde 1200’lerden sonra Rönesans hareketlerini başlatmışlardır. Yeniden doğuş
anlamına gelen Rönesans süreci 15. Yüzyılda başlar ve aynı yüzyıl içerisinde bütün Avrupa’ya
yayılarak peşinden reform hareketlerini getirmiştir. Sonraki aşamalarda ve özellikle 1765’ da James
Watt’ın “buhar makinesini“ keşfiyle başlayan sanayi alanındaki gelişme, 1776’ da Adam Smith’in
„Milletlerin Serveti“ ile ekonomik gelişmeyi, 1789 Fransız Devrimi ile siyasi ve hukuki gelişmeyi
beraberinde getirmiştir.
Avrupa’da sanayinin ilerlediği dönemde üretim sorununu aşmış ve aşırı üretim yeni pazar bulma ve
pazarlama sorunlarını ortaya çıkarmıştır. Bir noktada birinci ve ikinci dünya savaşlarının altında bu
sorunun bulunduğu söylenebilir. O zamanda yeni pazarlar bulmak belirli coğrafyalarda hâkimiyet
kurmakla mümkün idi. Bu anlamda sömürgeciliğin başlangıcı artan üretimin yeni pazarlara sunumu ve
oralardan değerli madenlerin sanayileşmiş ülkelere aktarımı süreci olarak görülmektedir.
Sanayileşme, üretim dağıtım ve bölüşüm gibi sorunları da peşinden getirirken, işveren ve işçi
sorunları adı altında asıl problem ortaya çıkıyor. Bu sorunun ileri boyutlara ulaşması fikri platformlarda
sermayeyi temsil eden kapitalizme karşı bir antitez olarak sosyalizmin ortaya çıktığını görüyoruz.
Kapitalizm özel mülkiyet ve serbest pazarı öngörürken devlet yapılanmasını da liberal demokratik bir
rejim örgütlenmesini kurmaya ve kollamaya yönelmiştir. Sosyalizm ise kolektif mülkiyet ve ülke dışına
açık olmayan ekonomik ve devlet yapısını öngörüyordu. Bu mücadele sonucu kapitalist anlayışını temsil
eden Avrupa devletlerine mukabil sosyalizmi uygulamak isteyen SSCB kurulmuş ve böylece dünya
1990 yılı ortalarına kadar ekonomik ve siyasi olarak iki kutuplu bir süreç yaşamıştır.
Üretimi artırma ve eşit bölüşüm sağlama düşüncesiyle kurulan sosyalist ekonomilerin üretimsizlik
ve doyumsuzluk sonucu zayıflamasıyla birlikte sistemden sapmalar oldu. 1990’lardan sonra sosyalizmin
önemli temsilcilerinden olan Sovyet Rusya dağılma sürecine girdi, ekonomide sistem değiştirerek
serbest piyasa ekonomisine geçiş yaptı. Sosyalist ekonomilerinin çöküşü ve dünyada yaygınlaşan sosyal
devlet anlayışı çoğu ülkeyi mali krizle karşı karşıya getirdi. Dünyanın diğer kıtalarında görülen farklı
uygulamalar ve tecrübeler arayış içindeki ekonomik yapılanmalara bir örnek teşkil edebilecek konumda İ şlet me Yönet imi -1 – Birinci Bölüm – Metin
Arslan
7
idi. Bu bağlamda öne çıkan Doğu Asya ülkelerindeki devlete sorumluluk yükleyerek ekonomik
kalkınma sağlama çabaları bu ülkeler için bir tecrübe olmuştur.
Avrupa devletleri ekonomik bir birlik oluşturma ve bu gücü siyasi alanda da avantaj haline getirme
çalışmalarının fikri temeli 1800’lere kadar gitmektedir. Oluşturulan ekonomik birlik peşinden de siyasi
birliği getirdi ve AB olarak örgütlenmesini sürdürmektedir.
Yaşanan üç büyük teknolojik gelişimin birincisi olan Sanayi devriminin getirdiği hareketle 19.
yüzyıldan itibaren bilimler hızla gelişmeye başladı. Bu gelişim 19. yy. sonlarında ikinci bir gelişim olan
elektrik enerjisinin kullanımını ve üçüncü temel gelişim olan 1970’li ve 1980’li yıllarda bilgisayarların
ve mikro elektroniğin üretime yaygın olarak katılımı sağlanmıştır. İnsan ihtiyaçları tekniği tetiklemekte,
teknik de bilimi ve soyut çalışmaları zorlamakta ve böylece uzun yıllar ayrı şeritlerde gelişen bilim ve
teknik, sıralanan bu üç temel teknolojik gelişim sonrası aynı paralelde gelişme göstermektedir.
İnsanlık tarihinin büyük bir bölümünde ihtiyaçlar ya ev içinde veya yakın çevreden elde edilen
ürünler ile karşılanmıştır. Geçim ekonomisi olarak ifade edilen bu yapı içerisinde temel gıda maddeleri
ihtiyacı ekonominin gelişmediği dönemde yakın çevreden karşılanırdı. Bilimdeki gelişimin getirdiği
toplumsal gelişim insanların ihtiyaçlarını çoğaltmış ve yakın çevrenin dışında uzak çevreden temin
edilebilecek ihtiyaçlar ortaya çıkarmıştır. Bu türden ihtiyaçlar ancak ileri ekonomi veya gelişmiş
ekonomi olarak ifade edilen uzmanlaşmış, teknolojinin yoğun olarak kullanıldığı bir yapı ile geniş bir
alanda temin edilerek üretilir ve arz edilir.
2. İnsan İhtiyaçları
Tarihi süreç içerisinde yaşanan sosyal, kültürel ve teknolojik gelişim insan ihtiyaçlarını sürekli
artırmakta ve çeşitlendirmektedir. Geçmişte olduğu gibi bugün de zaruri ihtiyaçları yiyecek, su ve
barınma oluşturur. Bu temel ihtiyaçların dışında gelişmiş ekonomilerde ihtiyaçlar son derece fazla ve
karmaşık bir yapıdadır.
İnsan yapısı itibarıyla pek çok şeye ihtiyaç hisseder ve bu ihtiyaçların bazılarını tek başına
karşılayamadığı için bir topluma dâhil olur ve bu toplum içinde toplumun genel kurallarına uyarak
ihtiyaçlarını karşılamaya çalışır. Toplumsal kurumun ilki ve temeli olan aile içinde dünyaya gelen
kişinin toplumla ilişkisi çok yönlüdür. Bu ilişkiyi düşünürler: Sözleşme teorisi, Organik Teori ve
Toplum İnsan İhtiyaçlarından Doğar Teorisi olarak üç ayrı teori ile açıklamaya çalışmaktadırlar.
İnsan toplum ve ekonomi bu üç kavram birbirine bağlı ve birbirini tamamlar. Toplumun
ihtiyaçlarının karşılanması belirli bir düzen içinde belirli kurumlar aracılığı ile olur. Gelenek, görenek,
kanun, tüzük ve yönetmelik gibi normlara yani ölçülere sahip toplumsal kurumlar; aile kurumu, siyasi
kurumlar, askeri kurumlar, eğitim kurumları, dini kurumlar ve ekonomik kurumlar toplum içinde
insanların değişik ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik faaliyette bulunurlar. Bunlardan işletme konuları
açısından ekonomik kurumlar önemli bir yer tutar. Ekonomik kurumların yapısına ve işleyişine göre
dünyadaki toplumlar ‘Gelenekçi Toplum’ ve ‘Sanayi Toplumu’ olarak da iki sınıfta incelenir.
İşletme ile ilgili ve ekonominin temel konularından olan ihtiyaç; organizmanın duyduğu bir eksiklik
olarak, karşılandığı zaman kişiye haz ve zevk veren karşılanmadığında ise üzüntü ve keder veren bir
duygudur. İnsan hayatını devam ettirebilmek için bazı mal ve hizmetleri tüketmeye veya kullanmaya
muhtaçtır. İnsan ihtiyaçları sürekli tekrarlanmakta ve nicelik ve nitelik değiştirmektedir. İhtiyaçların
tatmini insan faaliyet ve davranışlarının itici gücünü oluşturur ve bu güçlerin her birine ihtiyaç denir.
İnsanlar varlıklarını sürdürme sürecinde sürekli iyi şeyler ister ve bu ihtiyaçlarını karşılamak için farklı
uğraşı alanlarında farklı insanlarla işbirliğine yönelir. İnsanın istekleri hayalinin ulaştığı yere kadar gider
ve ekonomi bilimi bu anlamda sınırsız insan ihtiyaçlarını nispeten sınırlı olan tatmin vasıtaları ile
karşılamaya çalışır. İnsan ihtiyaçları sınırsızdır ifadesindeki sınırsızlık, ihtiyaçların biri karşılanınca bir
diğer ihtiyaç gelir şeklinde yorumlamak da mümkündür.
“İhtiyaçlar sınırsızdır” ifadesinin bir izahı; insanın hayalinin gittiği yerde ihtiyacının ortaya
çıkmasıdır.
İnsan ihtiyaçlarından oluşan ve satın alma gücü ile desteklenen talebe işletmelerin gerçekleştirdiği
üretim yoluyla cevap verilir. İnsanlar ihtiyaçlarını en önemlisinden başlayarak karşılama yoluna gider,
yani ihtiyaçlar merdivenini izler. İhtiyaçlar merdiveni, en önemlisinden başlamak üzere ihtiyaçların
hangi sırayla karşılandığını gösteren basamaklar dizisini gösterir.
İnsan ihtiyaçlarının temel özellikleri şunlardır:
1. İnsan ihtiyaçları sınırsızdır,
2. İnsan ihtiyaçları süreklilik gösterir,İ şlet me Yönet imi -1 – Birinci Bölüm –
Yanıt yok